Artık "pandemi tatili" adını verdiğimiz sokağa çıkma kısıtlaması günlerinde (yoğun istek üzerine) okul yıllarında yaptığım yaramazlıkları anlatmaya devam ediyorum.

1990’lı yılların başı…

Silivri Lisesi’nde 20 yaşında öğrenciyim…

Osman Gül adında Felsefe Hocamız var…

Osman Bey iyi bir insan ancak biraz disiplinliydi…

Ben ve benim gibi en arkada oturup dersi kaynatmayı seven 5-6 kişiye “siz okula okumak için gelmiyorsunuz” deyip duruyordu…

Biz de bir gün Osman Gül Hoca’ya mektup yazmaya karar verdik…

Tabi o dönemde böyle elimizin altında bilgisayar ve yazıcı gibi imkânlarımız yok. Mektup elle yazılacak. Ancak el yazımızdan kimliğimizi tespit edip Disiplin Kurulu’na veremesinler diye mektubu okula gitmeyen bir arkadaşımıza yazdırdık. Daha doğrusu ben söyledim arkadaş da yazdı…

Mektup aşağı yukarı şu şekildeydi:

Değerli Hocamız Osssssssssssman Gül, biz okula okumak için gelmiyoruz. Biz okula sirk niyetine, panayır niyetine eğlenmek için geliyoruz. Şimdi bu mektubu al, müdüre götür, gelsin bize bağırsın, hoşumuza gidiyor, çünkü biz kaşarlandık…

Vallahi de billahi de aynen bu şekilde yazdık…

Hatta mektubun altına da “5 Edebiyat A” diye imza attık…

Bu imzayı neden attığımıza gelince…

Tabi ki bizden şüphelenileceğini biliyoruz ancak ispatlayabilmeleri mümkün değil. Okul Müdürü Yücel Nurgül dakikalarca bağırıp çağırıyor ve biz de bu sayede dersi kaynatıyorduk. “Müdür gelip sınıfa genel olarak bağırıp çağırsın biz de o sahneyi tiyatro izler gibi izleyip eğlenelim” diye düşündük…

Aradan birkaç gün geçti…

Osman Gül, elinde bir tomar kağıtla sınıfa girdi…

Girer girmez de; mektubu okuduğunu, onu yazanı şimdi burada ortaya çıkartıp disipline vereceğini, elindeki yazılı kağıtları ile mektuptaki yazıyı karşılaştırarak mektubu yazanı bulacağını söyledi.

Oturdu öğretmen masasına ve yakın gözlüğünü takarak bütün sınıfın gözünün önünde mektup ile yazılı kağıtları arasındaki el yazılarını karşılaştırmaya başladı.

Biz tabi bunun tedbirini alarak kendi el yazımızı kullanmadığımız için arkada sırıtıp duruyoruz…

Sonuç olarak Osman Hoca mektubu yazanı deliliyle ispatıyla bulamadı…

Ertesi gün bayrak töreni olmamasına rağmen sabah mikrofon sistemi kurulmuştu.

Okul müdürü Yücel Nurgül; “...bu okula okumak için gelmeyen berduşlar, serseriler vaaaar...” diye uzun bir konuşma yaptı.

Biz yine en arka tarafta güya çaktırmadan gülerek bu tiyatral gösteriyi izledik.

Sınıflara girerken tabi ki okul müdürü ve bütün idarecilerin gözü benim üzerimdeydi.

Ortada bir delil ve ispat yoktu ancak mektup işinin kimin başının altından çıktığı tahmin edilebiliyordu.

Yıllar sonra (2013 gibi) Osman Gül ile Silivri Belediyesi’nin koridorlarında karşılaştık.

Emlak vergisi yatıracaktı ve kuyruğa girmişti…

Hemen elini öptüm ve okul arkadaşımız dönemin muhasebe müdürü Emre Sarısaltıkoğlu’nun odasına götürdüm.

Kendisine kahve ikram edip sohbet ettik…

Mektubu unutmamıştı…

Sen yazmıştın” dedi…

Ben de “evet” dedim…

Bir kere daha elini öpüp helallik aldım…