İlkokulda sevdiğin silgin vardır;  boynuna iple bağladığın, sonra kayboldu diye öğretmene ispiyonlarsın arkadaşını. O an onun ölmesini istersin... Öyle bir kin dolar için... Sevgili ailen sana arkadaşlarınla iyi anlaşmanı, öğretmenlerine saygılı olmanı,  

İlkokulda sevdiğin silgin vardır;  boynuna iple bağladığın, sonra kayboldu diye öğretmene ispiyonlarsın arkadaşını. O an onun ölmesini istersin... Öyle bir kin dolar için... Sevgili ailen sana arkadaşlarınla iyi anlaşmanı, öğretmenlerine saygılı olmanı,  temiz ve düzenli biri olmanı öğretir ve sen beynine yazarsın bunu. Bu söylemler, seni iyi bir insan yapar. Ama çoğu anne (istisnaları tenzih ediyorum) çocuğunu okula yollarken “karınca yuvalarına basmadan yürü evladım” demez; çünkü karıncaları kimse hatırlamaz ki!..  İnsan gördüğü  şeyleri hatırlar... Kendinden aşağıda, kendinden ürkerek, korkarak yaşayan bir varlığı neden hatırlasındır ki.. İşte bu yüzden aileler "karıncalara iyi davranın demez" çocuğuna…

Karıncalardan yola çıkıp, çevremizde, evimizde, kapımızın önünde, pencerenin üzerinde, sokağın başında;  Karabaş, Karakoç, Duman , Kezban… Binbir çeşit isim seçeneği olan kedi, köpek, sinek, solucan, karga, kuş mevcut…. Burnumuzun ucundaki o varlıklar açlıkla hastalıkla cebelleşirken, yokmuş gibi nasıl sıcak evimizde çaylarımızı yudumluyor olabiliriz... Bilmiyorum!..  Bende öyle yapıyorum çünkü...

Onlarca köpek gördüm, açlıktan birbirleriyle kavga eden, patileri kırık, boyunları parçalanmış...  Peki bu kadar insanın en kötü ortalama hayat sürdürdüğü,  sofrasında her akşam en az iki çeşit yemek olan, Müslüman bir toplumda, soğukta üşümek bir tarafa, açlıktan kavga eden canlılar için ne demek gerekiyor?

İnsan iki ayak üzerinde duruyor olmanın, onu hayvandan üstün yaptığını düşünüyor olabilir mi? Çünkü elleri bir canlının sıcak tüylerine değmiş, ve o canlının gözlerinde minneti görmüş her insan bilir ki; bir köpeğin sevimli kocaman gözlerine bakıp bakıp ağlayacak gibi olur insan bazen, sonra duvarında takılan kendine ağ yapan örümceği bile öldüremezsin ağıyla toparlayıp balkona koyarsın. Kendinden büyük ekmek kırıntılarını yükleyip götüren karıncaları izlersin.. Hatta ucundan tutmak istersin ama o sisteme müdahale etmenin karıncayı öldürebileceğini bilirsin...

Ah şu sokak hayvanları….

Hayvan sevgisi gönlünde var olan koca yürekli insanları tenzih ediyorum.  Ama çoğu insan  kendilerine yanaşan o asil ve tek dertleri okşanmak olan sokak hayvanlarından bucak bucak kaçanlar ve hayvanlarını koruyan kollayan sahipler... Gerekçe de o sokak kopeğinin başındaki kenesi, ya uyuzu varsa gibi korkulardır? İşte bir çelişki daha; o tek tarafa kanalize ettikleri hayvan sevgisi (!) ve bu taraftan mahrum ettikleri hayvan izolasyonu yok mu?..

Soğuk bir akşam bir kafede otururken cam kaplamalı duvarların arkasında güzeller güzeli bir kediyi cama sürtünürken gördüm. İşletmeler hayvanları mekanlara almıyor bu bilinen bir şey. Çünkü  olur ya ne olduğunu unutmuş bir müşterinin o saltanat sofrasına müdahale eder hayvan... Sonra o müşteri bir asilzade her sabah kahvaltıda sıkma portakal suyu (!) içen cinslerden; tırnakları kırılır, kronik alerjisi var, fobisi var, küçükken köpek ısırmış … Ne biliyim bu tarz anksiyeteler barındırıyor olabilir. Ve bunun acısını o an feryat ederek zavallı hayvandan çıkartır...

İşletme sahibi hemen bir şaşal suyunu kedinin üzerine forrraaa ederek müşterisini tatmin eder… İşte şimdi herkes sağ, herkes selamet…. Her neyse önümde duran bir porsiyon sütlü nuriyenin cazibesine kapılmamış olacağım ki kediyi izlemeye başladım. O camın arkasında, bense içinde... Üstelik içerisi sıcak, onu buraya almayansa ben ve benim gibiler...

Hemen konuyu bağlasam iyi olacak. Dikkat ettiyseniz hiç kanunlardan, hayvan haklarından bahsetmiyorum bile. Çünkü bütüne odaklandığımızda parçaları kaçırıyoruz. Bir gün hayvan hakları iyileşecek ve onlarda refah içinde yaşacak diye beklemek, bunun için sayfalarca yazı yazmak, soğuk kış günlerinde sokaklarda aç dolaşan hayvanları doyurmayacak, hasta hayvanları iyileştirmeyecek... Belediyeler tarafından,  sözde "onların iyiliği için" hayvanların kısırlaştırılmalarının önüne geçmeyecek... Sıcak evlerinde süslü hayvanlarının saçını tarayıp, sokaktaki köpeğe bir tas su koymayan insanların bam telini sızlatmayacak….

O yüzden bu yazı soyut şeyleri istemeyecek…

İşte tüm sebeplerden dolayı bu yazı o anne çocuğuna hayvan sevgisini hatırlatmamış olabilir. Ama her ortalama zekaya sahip, ortalama bir maneviyata sahip canlı, bunu kendisi öğrenir.

Buradan Silivrili vatandaşlara ve yetkililere sesleneceğim, kış aylarındayız, akşamları hava sıcaklığı sıfırın altında,  sadece Silivri için söylüyorum dünya kadar hayvan dışarıda aç, susuz , hasta… Öncelikle duyarlı olmaya, sonra bir şeyler yapmaya davet ediyorum. Ama yolda gördüğü kedinin başını okşamak gibi değil, daha etkili bir şey... Mesela;  belediyenin şöyle bir hizmeti olsa: bilhassa soğuk kış günlerinde restaurant, cafe, yemekhane ve evlerden her akşam kalan yemekleri toplayan bir takım kurulsa ve hayvanların çoğunlukta olduğu bölgelere bu yiyecekler dağıtılsa, suları verilse, bu sayede bu yetkililer, hasta hayvanları belirleyebilir ve tedavileri için ilgili kuruluştan yardım isteyebilir.


Onların varlıkları unutulmasa, unutmasak ya! Çocuklarımıza da aşılasak, çocuğumuza iyi insan olmayı öğretirken, hayvanı onunla aynı dünyada yaşadıklarını hatırlatmayı unutmasak ya. Yerdeki karıncayı fark eden çocuklar yetiştirsek, işte o zaman üzerimize düşenin bir kısmını yapmış olacağız...

ira aramızda ben bir fark görmüyorum. Hayvan sevgisi, sevgiyi hatırlamanın, hatırlatmanın kolay bir yoludur.

Esenlikler…

Karıncaları unutmamak dileğiyle